Sayfalar

15 Ağustos 2012 Çarşamba

İstenen sıfır sorun ama cevap terör

Bu aralar hükümet  “komşularla sıfır sorun” politikası üzerinden eleştirilmekte. Gazetelerin internet sitelerinde komşulardan kaynaklı Türkiye aleyhtarı açıklamalar içeren haberlerin altında yer alan yorumlarda sıfır sorun politikasına göndermeler yapılmaktadır. Bu yorumları yapanlar ya gündemi takip etmiyorlar ya sıfır sorun politikasından anladıkları hükümetten çok farklı ya da her zamanki gibi hükümete olan kindar tutumlarından dolayı bu tarz eleştiride bulunmaktadırlar.

Bu muhalefet kitlesinin sıfır sorun politikasından anladığı sanıyorum ki, komşu ülkeler Türkiye aleyhine her şeyi yapsınlar, PKK’yı desteklesinler, onları topraklarında barındırsınlar, karakollarını kullandırsınlar, silah yardımı yapsınlar. Buna karşın Türk hükümeti, aman sorun çıkmasın diye sessiz kalsın ve bu ülkelere karşı hiçbir tutum içerisine girmesin. Sizce ne kadar mantıklı?  

Eğer ki mevcut Türk hükümeti iktidara geldiğinden bu güne kadar gündemi şöyle göz ucuyla takip edenler o günden bu güne hükümetin komşulara karşı değişen tavrın nedenini çok rahat fark ede bilir. Suriye ile olan ilişkiler ki Esad aile fotoğrafına kadar girmişti Başbakan ve Esad ailecek görüşüp samimi görüntü sunmuşlardı. 
Yine Türkiye-İran ilişkileri AKP hükümeti döneminde çok samimi bir ivme kazanmış İran’ın nükleer faaliyetlerine muhalif ülkelerle İran arasında arabuluculuğa girişmesinin yanında İran taraftarı tavır takınmıştı. Irak’la olan münasebetler ise İkinci körfez müdahalesine takılmış hükümet denklemde yer almak istemiş ne kadar uğraştıysa da iç muhalefetin sert tepkisini çekmiş denklem dışı kalmıştı.  Sonuç olarak Türkiye koalisyon güçlerine topraklarından geçiş izni dışında bu müdahaleye dahil olamamıştı ve tabi ki müdahale sonrası Irak’ın şekillenmesinde de bir rol üslenme hakkı olmamıştı. Bunun sonucunda Kuzey Irak’ta bir Kürt bölgesi herkesin gözü önünde statüye kavuşmuş oldu ve Türkiye tüm bunların sonucunda Kuzey Irak’ta bulunan PKK kamplarına istediği zaman operasyon düzenleme hakkından da mahrum kalmış oldu. Yeni Irak ile olan sorunların başlangıcı da burada yatıyor. Çünkü Irakta tam bir siyasi istikrar ve güvenliğin sağlanamaması, Türkiye’yi sorununa çözüm ararken alternatif muhataplar araya itmiştir. Bu doğrultuda en son cereyan eden gerilim Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun PKK ve Suriye konusunda görüşmek üzere Kuzey Irak Bölgesel yönetimi lideri Barzani ile görüşmesi ile artmıştır. 

Aynı şekilde AKP hükümetinin iktidara gelmesi ile hükümetin İslami çizgisine rağmen Türkiye- İsrail ilişkileri de başlangıçta çok ılımlı bir seyirdeydi. Türkiye-İsrail ilişkilerinin gerilmesinin başlangıcı İsrail’in Gazze’ye uyguladığı insanlık dışı uyguları olmuştur. Hamas’ın demokratik halk seçimleri sonucunda iktidara gelmesi İsrail’in tepkisini çekmiş ve İsrail Hamas’ın terör örgütü olduğunu ifade ederek tanımadığını ilan etmiş ve Türkiye’nin Hamas ile olan ilişkilerine karşı tutum almıştı.  Türkiye hem bu olayda hem de Hamas tarafından kaçırılan İsrail askerinin serbest bırakılması için ısrarla Hamas ile İsrail’in arasında arabuluculuk yapmak istemişti. Fakat İsrail bunu reddetmiş ve şiddet kullanmaktan geri durmamıştır. Mavi Marmara ve Davos olayı, elçi krizleri de bu ilişkileri iyice çıkmaza soktu. Görüldüğü gibi Türkiye- İsrail ilişkisinde sorunlu taraf İsrail olmuştur. 

Arap baharı Ortadoğu’nun havasını bir anda değiştirmeye başlamış, diktatör ve otoriter rejimler bir bir halk hareketiyle devrilmiş yerini demokratik rejimlere bırakmaya başlamıştı.  Şuan Suriye bu hareketin son basamağı konumundadır 15 ay önce başlayan muhalif halk hareketi başarıya ulaşamadı. Esed rejimi muhalif hareketi bastırmak için çok sert bir şekilde şiddet kullanma yolunu seçmesi Türkiye’nin tepkisini çekmiştir. Türk hükümeti Esad’a halkın isteklerini göz ardı etmemesi gerektiğini eğer halkın isteklerine karşı direnirse başına gelecekleri konusunda uyarma yoluna gitmiştir. Çünkü Suriye’deki bir ateş Erdoğan’ın değdi gibi bizi de etkiler dolayısı ile buna kayıtsız kalamayız. Daha da önemlisi hareketi bastırmak için kullanılan şiddet sonucu katliam gerçekleşmesi olasılığı çok büyüktü zamanla da bunun böyle olduğu görülmektedir.
Türk Hükümetinin Suriye’deki şiddeti durdurmak için yaptığı bölgesel ve uluslar arası girişimler Esad tarafından iç işlerine müdahale olarak görüldü ve karşılıklı sert açıklamalar gelmeye başladı. Arkasına Rusya, İran ve Çin gibi ülkelerin desteğini alan Esad tutumunu hem halkına hem de Türkiye’ye karşı daha da sertleştirdi. Bu sırada doğu Akdeniz’de Suriye tarafından düşürülen Türk jeti gerilimin tuzu biberi oldu adeta. İşte o anda Suriye’ye savaş açalım diyenler şimdi de Suriye’nin iç işlerine karışma diye nutuk atmaktadırlar. Bir diğer gelişme ise Esad’ın zulmünden kaçan mülteciler. Binlerce insan Türkiye’ye sığındı ve her gün yüzlercesi gelmekte. Eğer iç savaş uzun sürerse mülteci akını Türkiye için çok büyük bir sorun haline gelecektir.

Esad sonunun yaklaştığını anlayınca elindeki tüm kartları oynamaya başladı. PKK kartını ortaya koydu. PKK’ya silah desteği vererek ve Suriye’nin kuzeyini Kürt denetimine bırakarak Türkiye’den hıncını almayı hedefledi. Bununla kalmayıp bu plana İran’ı da dâhil ederek PKK’nın Hakkari’ye kalabalık bir terör saldırısı yapmasını destekledi. Terör örgütünden kaçan İran kökenli iki terörist Türk güvenlik güçlerine teslim olarak itirafçı oldular. İfadelerine göre İran PKK’ya karakol tahsis ederek desteklemektedir. Bunun üzerine bu kez de Türkiye-İran ilişkileri karşılıklı açıklamalarla gerilmeye başlamıştır.  Tabi bir de 48 İranlı’nın Suriye muhalifleri tarafından kaçırılması, Esad ve İran’ın bu olaydan Türkiye’yi sorumlu tutmasına neden olmuştur.

Görüldüğü gibi AKP iktidara geldiği zaman, komşularıyla tertemiz bir sayfa açmak istemiş fakat komşulardan aynı şekilde bir tavır görmemiştir. Türkiye’nin uzlaşmacı tavrına karşın komşular hasmane bir tutum içine girmişlerdir. Hükümetin sıfır sorun politikası Türkiye tarafından değil komşuları tarafından sekteye uğramaktadır. Durum böyle iken susup kalınması mümkün değildir. Özellikle terörle mücadele bu noktaya gelmişken geri dönüş yapılamaz.


7 Ağustos 2012 Salı

Dar açıda akıl dışı muhalefet

Hakkâri’deki hain saldırıda 8 şehit daha vermenin acısını çok derinden yaşadık. Hepsine Allahtan rahmet yakınlarına başsağlığı ve sabır diliyorum. Allah bizlere bu hainlerin helak olduğunu görmeyi nasip etsin.

Kendini bu ülkeye ait hisseden hiçbir bireyin bu olaydan üzüntü duymaması ve bu terör illetinin kökünün kazınmasını istememesi elbette mümkün değildir. Ancak sosyal ağlarda ve sokakta o kadar düşünmeden, cahilce, tamamı ile duygusal eleştiriler ya da yorumlar yükselmektedir ki bu yorumları duymak aklıselim bir insanı daha da çok üzmektedir.

Bu olanların müsebbibi olarak hükümeti görüp Sayın Başbakan’a küfür edilmekte sanki bu hükümet öncesinde Türkiye’de terör yoktu, sanki bu ülkede, bu hükümet dönemine kadar 30 bini aşkın insanımızı terör belası yutmadı. Başbakan o kadar insafsız ki isteyerek evlatlarımızı ölüme gönderiyor değil mi?

Hayatını kaybeden askerlerimize ŞEHİT diyoruz. Yani asli değerlerimizi savunurken hayatlar kaybedilebiliyor ve biz bu hayatını kaybedenlere şehit diyoruz ki şehit sözcüğünü var eden durum. Kaldı ki mevzu bahis ülke savunması ise elbette can kaybı olacaktır. Maalesef terör çiçek atmıyor kurşun atıyor, bomba atıyor. Diyelim ki hiçbir olaya karışmayalım sessizce kendimizi dünyaya kapatalım. Askerlerimiz çatışmaya girmesin. O zaman ordu denen şey niçin olsun madem ihtiyaç duymayacağız ya da hem ülke savunalım hem de hiç şehit vermeyelim sizce böyle bir şey mümkün olabilir mi? Kısaca demek istediğim Tehdit ve kötülük olduğu müddetçe savunma hep olmuştur, oluyor ve olacaktır. Aynı şekilde bu uğurda can kaybı olmuştur oluyor ve olacaktır da. Türkiye’de terör olayları yeni bir şeymiş gibi görmek ve bir de üstüne bundan hükümeti sorumlu tutup ana avrat küfretmek kendini bilmemekle eşanlamlıdır. Trafik kazası bile terörden daha çok can almıştır bu ülkede evet terör olaylarında işi orduya bırakıp trafik kazaları ile mücadele edin bence bu şekilde elinizden daha çok şey gelir boş boş sloganlar atacağınıza.

Şehit verdik, insanlarımız tepkisiz, uyuyoruz uyumayalım gibi naralar yükseliyor. Peki, dedikleri gibi yapalım meydanlarda yüz binlerce kişiyi toplayalım, sloganlar atalım, teröre hayır kampanyaları düzenleyelim. Sizce bu terörü bitirecek mi, terör meydanlardaki kalabalıklardan korkacak mı? Yoksa o kalabalığı provoke edip bu durumdan beslenecek mi? Ya da elimize baltayı, satırı alıp dağa çıkalım her şeyi askerden beklemeyip biz savaşalım. Böylece PKK’nın ekmeğine yağı sürelim dişlerini bileyerek beklediği iç savaş ortamını altın tepsiyle teröre sunalım böyle daha iyi olur değil mi? Ya da devlet savaş açsın o halde. Peki, kime açsın PKK İran’da, Irak’ta, Suriye’de, Kıbrıs Rum Kesimi’inde, Ermenistan’da, Rusya’da, Avrupa’da kısacası tüm dünyada, devletler kucak açmış ya da desteklemiştir kime savaş açacağız şimdi dünyaya mı? Bence bu ancak bakış açısı çok dar bir zihniyetin görüşü olabilir. Ne Cudi’yi ne de Gabar’ı yerle bir etmek bitirmez bu terörü.

Ana avrat küfrettiğiniz hükümet geçmişten ders çıkararak terörün yalnızca dağları bombalayarak bitirilemeyeceğini çok iyi anlamış bu yüzden daha aktif bir dış politika geliştirmeye çalışarak oyun alanını genişletmeye çalışmaktadır. Terörü besleyen damarları kesmeye çalışmaktadır ki PKK’nın bugün ki son çırpınışları bunun en büyük kanıtıdır. Uyuşturucu ve silah yollarının tıkanması destekçi ülkelerin caydırılma girişimleri bu sürecin göstergesidir. Öyle geliyor ki, yağmur yağsa hükümetten bilen çevrenin derdi ne Terör ne ekonomi ne de halk. Onların tek derdi inanan bir kişinin iktidarda olması…

Hepimiz terörü kınıyoruz, şehitlerimize ağlayıp sabretmeye çalışıyoruz. Ama bazı çevreler maalesef başbakanımızın da dediği gibi şehitlerimiz üzerinden politika yapmakta şehit cenazelerinden medet ummaktadırlar.